BiDenemekTE Fayda Var

22 Aralık 2010 Çarşamba

aborjin duası @eogleni 'nin hediyesi

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar
Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,
Aydinlik bir bakis açisina sahip olmana yetecek kadar
günes diliyorum.
Günesi daha çok sevmene yetecek kadar
yağmur diliyorum.
Ruhunu canli tutmana yetecek kadar
Mutluluk diliyorum.
Yasamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüs gibi algilanmasina yetecek kadar
aci diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
Kazanç diliyorum.
Sahip oldugun herseyi takdir etmene
Yetecek kadar kayip diliyorum.
Son elveda'yi atlatmana yetecek kadar
'Merhaba' diliyorum.

21 Aralık 2010 Salı

CEM-moskova eline sağlık :D

GİT-ME

Zaman doldu, gitmen gerekiyor galiba. Peki, gitmek istiyorsan gidebilirsin demem gerekiyor şu anda. Peki, git; ama, önce banyo dolabımda duran ve hiçbir zaman işe yaramayan hapları dökelim önümüze. Rengine bakmaksızın birer ikişer yutalım hastalıktan kaçarcasına. Acılarımızla kanırtalım boğazımızı ve yazalım görkemli vedamızı.


Peki, hadi git. Peki, git; ama, şimdi birer sigara tüttürsek akşam güneşine karşı, sonra sigaranın son kıvılcımıyla odayı yaksak, çocukluğumuzu, sorumsuzluğumuzu yaksak. Elbiselerimizden kurtulup her yanımızı kanatarak konuşsak. Gitme, demiyorum sana. Git; ama, bir bıçağın keskinliğini bileğimde hissettirerek gitsen. Şimdi mutfağa koş ve en keskin sözleri tuttur güzel dudaklarına. Odamın her yerine kısık sesle ağlayarak kes bileklerimizi, taş zemine uzanalım biraz, öyle git!


Ben kötüyüm, önce kendimi acıtırım, sonra iyileştiririm. Kendimi yaralarım ve öyle öğrenirim bir aşkın ruhumda bırakacağı onarılmazlığı. Bir hışımla fırtına sokarım içime, alışırım gidişine de, git; ama; gitmeden son bir oyun oyna benimle. Başucumdaki boş silahı al, iki kurşun koy, kafana daya ve bas tetiğe. Yastığımdaki kan izlerine bakmadan bas tetiğe. Ben öldükçe bas, bastıkça öl ve öldür içimdeki her şeyi, öyle git. Sonra biraz daha yat, biraz daha uyu, bedenini bedenime sür, son kez seviş benimle. Ya da sevişmeden git.


Hadi tut ellerimden ve bırak bedenini bedenimle boşluğa, korkma. Güzel gözlerini dik gözlerime ve son kez konuş benimle. Ama sen gözlerini gözlerime dikerek konuşamazdın ki! Bak, gitmene bir şey demiyorum, git; ama, bana yalan olmadığını söyle sevginin, o ilk heyecanlarının ve yemeğine, sağlığına dikkat edeceğini söyle. Sonra yüzüme bak derin derin ve terk edişinin yüzümde oluşturduğu derin çizgilere dokun. Çek gecenin koynunda asılı duran ipi. Öldür yalanlarımızı, yarınlarımızı ve gözyaşlarımızı, öyle git.


Neden şimdi her cümle birbirimizi yaralamak için kuruluyor? Neden aşkla bakan gözlerde nefret gölgeleniyor artık? Seni seviyorum, cümlesini duyamadığım bir ağızdan neden onca kötü söz duyuyorum? Neden bu şehrin tüm sokaklarında seni arıyorum hala? Bitti, bitti, bitti… Bu cümleyi senden duyduğumda en çok üzüldüm biliyor musun? Beni en çok yaralayan sen oldun ve biliyorum ki en çok seven de. Şimdi hangi ilaç iyi gelir bana, kim durdurabilir kalbimden fışkıran umutsuzluğu? Hiçbir soruya cevap vermeden, başka dillerde vedalaşarak git.


Peki, artık hiçbir şey diyemiyorum sana…git; ama, üzerine kokun sinmiş kapşonlu yeşil üstü, bir de birayla güzel giden o sigaranın boş kutusunu alma. Alma ki seni unutmayayım. Alma ki bana bir kez bile sarılmadığını, seni seviyorum, diyemediğini unutmayayım.


Her aşk bitermiş ve biten her şey başka bir biçimde yeniden başlarmış. Bir gece vakti ilk göz göze gelişimiz, meydandaki ilk gözyaşlarımız, sana ilk sarılışım, beni ilk öpüşün ve sert gülüşümün altında sana sıkıca sarılmış, bağlanmış küçük çocuk. En çok o üzüldü, en çok o öldü sen her ‘’bitti!’’ dediğinde. Ben kafası karışık bir adamım ve istediğim şey sadece huzur, sadece sen, sadece biraz umut. Peki, gitmek istiyorsan git; ama, hayatımda hiç kimseyi senin kadar sevmediğimi, bunu kendime bile itiraf etmekten korktuğumu bil de git…git…Git… me…gitme…gitme…Her şeye rağmen seninle olmak güzel...

CEM-moskova

CEM MOSKOVA'DAN eline sağlık kardej

BİR ERKEĞİ SEVMEK

Başka bir zamanda kalmış olmalıydı yüreğim. Başka bir yerin sonsuz masumluğuna çalınmış olmalıydı belki de gözlerim. Yemyeşil düzlüklerde salınan bir kız çocuğu gibi günahsızdım. Ve kimsenin uğramadığı bir dağ kulübesi kadar ıssız, silahsız ve ansızdı bir erkeği sevmek.

Bir kağıt buruşturup atıyorum odamın sıcaklığına şimdi. Bir kağıt daha ve bir yenisi daha… Hiçbir şey yazılamıyor silinmedikçe zihnimin karanlık geçmişinden cam kesikleri. Bir yol kenarında durup sabahlamak istiyorum bitmeyen gece yarısı filmlerinin sonlarında. Ayakta, dimdik ve yoldan geçen otostopçuların güzelliklerine aldanmadan sabahlamak... Güneşin ilk ışıklarını fark edemeyecek kadar sersemleyerek sabahlamak... Makyajım bozulmadan!

Olmayan çocuğumla konuşuyorum geceleri, olmayan uykularımın muhteşem rüyalarında. Acıyorum ve acıkıyorum ruhani gece mesailerimin en alakasız yerlerinde. Bir anlam bulmalıyım bugüne de. Bugünü de bir kılıfa sokmalıyım hemen kalbim. Yoksa senle yaşanmaz!

Aynı cümleyi milyonlarca kez tekrarla bana dilsiz sevgilim. Hep aynı yerde vurgula özneyi. Hep aynı cümlede gözlerini gözlerime dik ve beynimi başka bir iklimin toprağında gevşet. ''Lütfen'' ile başlayan ve sonunda emir kipleri bulunan devrik kurgular yarat bana. Yatağımı zindan, gözlerini zincir et bana hadi. Hadi tut yine yüreğimin en ince yerinden ve bağla beni hayatın tam ortasındaki çirkefe. Yüz yüze geldiklerinde birbirlerinden utanan insanlar türet. Hepsi de gay olsun, hepsi de hayat kadını, hepsi de travesti. Bir tek sen akla kendini ve annem oluver en erkeksi duruşunla. Gözlerinde siyah kalemiyle annem ol, erdem ol ve doğur beni ayrımsız, tertemiz bir dünyaya yeniden.

Derinden içli bir şarkı bırak evimin babamsız duvarlarına. Siyah tüllerinle salın gecemin kırık merdivenlerinde tutamaksız. Acılarımı birer birer yak ve beni unut yangının en güçlü yerinde. Bir tren sesiyle başlat günümü ve aynı trenin yalnızlığıyla bitir gecemi. Hiçbir şey anlama söylediklerimden ve hiçbir şey anlatma yarım yamalak lugatların siyah sıcak sözcükleriyle bana. Gözyaşlarını vazomda sararmış son gülüne dök. Vazo dolsun ve odamı sel alsın acılarınla. Göreceksin ki benim acılarım senin acılarını dindirecek.

Beni dizlerinin dibine oturt ve neden böyle olduğumu anlat bana. Neden yalnız kaldığımı, herkese inat direnerek yaşamak ve yaşlanmak zorunda olduğumu anlat. Hayatımdaki belirsizlikleri belirle titreyen ellerinle. Kimsenin yoramadığı canımı yor saatlerce. Ağla sonra ve ağlat çocukluğumu, gençliğimi, eşimi, cinselliğimi, eşcinselliğimin eşsiz öldürücülüğünü!

Babam dahil hayatımdaki bütün erkekler beni terk ettiler biliyor musun? Ben hep inandım, hep ağladım gidenin ardından ve bıkmadan sevdim susarak. Yüreğimdeki her zerreyi bir yerlerine kustum bu koca şehrin. Kalbim ağzımda en tenha yerlerde gezindim. Bir arsızın gecenin sessizliğine türkü yakması kadar zamansız ve ayıplanasıydı bu coğrafyada bir erkeği sevmek!

Şimdi bana bir insan çiz. Bana insan gibi bir insan çiz ne olur. Annem ol, babam ol bir anda ve dilsizliğine, çaresizliğimize büyük harflerle haykır sevgilim. Ellerinin ellerime dokunmasına izin vermeyen kalpleri mühürleyeceğim. Topuk seslerini takip ettiğimiz Azrail, bir pamuk helvada kalmış çocukluğumu geri vermediği sürece ben büyümeyeceğim, çarşaflarım hep kanlı kalacak ve ne mutlu ki hep bir erkeği seveceğim

Cem / Moskowa

1 Aralık 2010 Çarşamba

İstanbul Ağrısı @S_ZIRHLI bro nun hediyesi :D


  

kanatlari parca parca bu agustos geceleri
yildizlar kaynarken
sangir sungur ayaklarimin dibine dokulen
sen
eger yine istanbul'san
yine kan kopuklu cehennem sarmasiklari buyutecegim

pancak pancak siirler tukurecegim
demek yine ben
limandaki direkler ormaninda butun bandiralar ayaklaniyor
kapi onlerinde boyunlarini bukmus tek tek kafiyeler
yahudi sokaklarini aydinlatan telaviv sarkilari
mavi asfaltlara cokmus
diz bagliyor
eger sen yine istanbul'san
kirli dudaklarini bulut bulut dudaklarima uzatan
sirkeci gari'nda tren cigliklariyle bicaklanip
intihar dumanlari icindeki haydarpasa'dan
anadolu ustlerine bakip bakip
aglayan
sen eger yine istanbul'san
aldanmiyorsam
yakalari karanfilli ibneler eger beni aldatmiyorsa
kulaklarimdan kan fiskirincaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gozlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani su bildigim atilla ilhan'i
zehirleyebilirim

sonbahar karanliklari tuttu tutacak
tarlabasi pansiyonlarinda bekarlar bugulaniyor
imtihan cigliklari yukseliyor universite'den
tophane iskelesi'nde diesel kamyonlari sarhos
direksiyonlarinin koynuna girmis bickin soforler
uykusuz dalgalaniyor

ulan istanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kurdan gibi dislerinin arasinda
liman liman goturen
ulan bu mazot tukuren bu dovmeli gemiler senin mi
aksamlar yassildikca neden boyle devlesiyorlar
neden durmaksizin imdat kivilcimlari fiskiriyor
antenlerinden
neden
peki istanbul ya ben
ya misralarini dort renkli duvar afisleri gibi boy boy
gumruk duvarlarina yapistiran yolcu abbas
ya benim kahrim
ya senin agrin
agir kabaralarinla uykularimi ezerek deliksiz yasattigin
caresiz zehirle kusan cilgin bir yilan gibi
burgu burgu icime bosalttigin
o senin agrin
o senin

eger sen yine istanbul'san
yanilmiyorsam
koltugumun altinda eski bir kitap diye goturmek istedigim
sicilyali balikcilara marsilyali dok iscilerine
satir satir okumak istedigim
sen
eger yine istanbul'san
eger senin agrinsa igneli besik gibi her tarafimda hissettigim

ulan yine sen kazandin istanbul
sen kazandin ben yenildim
kulaklarimdan kan fiskirincaya kadar
yine emrindeyim
olsem yalniz kalsam cuzdanim kaybolsa
parasiz kalsam tenhalarda kalsam carpilsam
hic bir gun hicbir postaci kapimi calmasa
yanilmiyorsam
sen eger yine istanbul'san
senin isliklarinsa kulaklarima saplanan bu isliklar
gozbebeklerimde gezegenler gibi donen yalnizligimdan
bir tekmede kapilarini kirip ciktim demektir

ulan bunu sen de bilirsin istanbul
kac kere yazdim kimbilir
kac kere kirpiklerimiz kasaturalara donmus diken diken
1949 eylul'unde birader mirc ve ben
sokaklarinda mohikanlar gibi ates yaktik
sana taptik ulan
unuttun mu
sana taptik


Atilla İlhan

27 Kasım 2010 Cumartesi

kısa ve öz

. (nokta) ile .(noktalamak) gerekir bazen konuları derine inmeden derinlenmeden sevenin sevileceği ihtimali yok .(nokta) kadar oyüzden ilijiler ne türlü olursa olsun birgün .(nokta)lanacak ve o gün .(nokta) yerine ,(virgül) koyanların bajı ağıracak benden sölemesi tecrübe

SÜLEYMANİYE CAMİİ RESTORASYONU bir arkadajımın yazısı direk alıntı :) ama dikkatle okuyun

SÜLEYMANİYE CAMİİ RESTORASYONU

Süleymaniye Camii restore edilecek denildiğinde, ne yalan söyleyelim, içimiz cız etmişti.

Son 10 yıldaki benzer çalışmalar yeterince ürkütüyordu. Nitekim, korktuğumuz da başıma gelmiş !.

Ne yalan söyleyelim, daha gidip göremedik. Kim bilir gördüğümüzde, daha neler neler ortaya çıkacak. Ama, açılışla ilgili haberlerden öğrendiklerimiz, tüylerimizi diken diken etmeye yetti.

Efendim restorasyon sırasında “kubbede bulunan yazıda bir harfin unutulduğu” ve “kurul kararı” ile bunun tamamlandığı söylendi.

Ya Rab !. Bu adamlar cahil, bu adamlar cüretkâr ve bu adamlarda izan kalmamış.

İzan kalmamış, çünkü İZANLI OLSALARDI böyle bir hatanın hata olamayacağını, bir çok müderrisin ders verdiği bir ortamda imla yanlışının sebepsiz olamayacağını düşünmeleri gerekirdi !.

Bu adamlar CÜRETKÂR, çünkü bu cüreti kendilerinde görmeselerdi, Sultan Süleyman devrinde Mimar Sinan yapısı olan bir eserde hata bulmaya ve düzeltmeye kalkmazlardı.

Hepsinin üstünde bu adamlar CAHİL. Çünkü biraz bilgili olsalardı, “hata dediklerinin” aslında, Koca Mimar Sinan tarafından hem Sultana hem de camiye gelenlere verdiği “bir ders” olduğunu bilirlerdi.

O ders de şuydu: “Hatasız olmak, eksiksiz yaratmak sadece Hazret-i Allah’a ait bir meziyettir. İnsanoğlu hiçbir şeyi eksiksiz yapamaz. Bu mükemmel görülen cami bile tam değil eksiktir. Bu bir harf bile olsa”

Koca Mimar Sinan farklı bir hatayı da ileri ki yıllarda, Selimiye Camii’nde tekrarlamıştır. İnş’Allah onu da restore edip, düzeltmeye kalkmazlar...

Aslında yetkililerin, Allah korkusuna da sahip olmaları gerekir !. Acaba, çok şey mi ümit ediyoruz !.

Allah aşkına bu yazıyı dağıtınız, belki izanlı ve yetkili biri çıkar da, gereken düzeltmeyi yapar.

Not: Kubbede restorasyon sırasında boş toprak küpler bulunduğundan bahsediliyor. Bu küpler, gerçekte 1958 yılında camideki olağanüstü akustiğin sebebini aramak için yapılan çalışmada bulunmuşlardı.

Hakan HANLI, Ph.D

Kıdemli Avukat

Ankara ve Brüksel Baroları Üyesi

Uluslararası ve Avrupa Hukuku Uzmanı

« HUKUK, ADÎLİN SANATI’DIR»


15 Kasım 2010 Pazartesi

kurban kesme olayına gelince bu bayram din adamları yerine veterinerleri dinledim kesmedim...

kurban kesme olayına gelince bu bayram din adamları yerine veterinerleri dinledim kesmedim...

Answer here

astral yolculuk ? yaptınızmı yapmnaya çalıjtınız mı

astral yolculuk ? yaptınızmı yapmnaya çalıjtınız mı

Answer here

değer verdiğiniz insanların ani değijimi üzerine (götü bajı oynamaya bajlayınca ) neyapıyorsunuz ?

değer verdiğiniz insanların ani değijimi üzerine (götü bajı oynamaya bajlayınca ) neyapıyorsunuz ?

Answer here

hepinizze ii bayramlar canlar

hepinizze ii bayramlar canlar

Answer here

baJarılı İnsanların Ajk'ları genelde BaJarısızddır neden bilinmez genelde bajarıyamı yoğunlajmıjlar acaba bilmiyorum... belki Ajk ı gereksiz ve önemsiz mi görüyorlar veya biz im elimizden ajktan bajka bir jey gelmiyor diye önemli kılıyoruz acaba nedir ... SİZCE

2 Ekim 2010 Cumartesi

msn ni niçin kullanıyorsunuz (eklemek isteyen eklesin) msqaraman@gmail.com

msn ni niçin kullanıyorsunuz (eklemek isteyen eklesin) msqaraman@gmail.com

Answer here

bir zamanlar biz

 

,

neyin ne zaman ne tat alabildiğimizi bilmeden umur etmeden arkasından kojtuklarımız var ya boj ijlerrr

 

birinin arkasın dan  kojmak aslında bojj değmiyor ama eline geçince veya ij ijten geçtikçe öğreniyorsun

 

hayat dan bedava edindiğin o dersler aslında çok jeye mal olmuj durumda

 

en bedava olan jeyler en cok pahalı ya mal olan jeylerdir Open-mouthed smile 

 

bir jeyi sevmenin bedeli ödenmemijse aslında sevmemijsindir sadece hojlanmıjsındır ( hani rüjtünü ispat derler ya o misal )

27 Eylül 2010 Pazartesi

20 Eylül 2010 Pazartesi

29 eylül piknik


piknik yeri için tekliflerinizi msqaraman@gmail.com a tekliflerinizi iletiniz

hafta içi piknik olurmu diyenler için yurtdıjından gelen arkadaj olunca böyle oluyor :D @cetings

katılımcılar orca__ yuceljeker cetings selametg robink78 kuntai didem_coskun voznesenski kyfcuneytt gelecekler yukardaki maile nicklerini göndersin (cvlerini ) ne yapacaklarını yazsın menü de ne olacagı vs herjey i yazalım :D

salataları @handeaybatar yapacak :D

16 Eylül 2010 Perşembe

sizi hasta eden jeyler ?

sizi hasta eden jeyler ?

Answer here

ajk hayatımı sormayın karım uzaktan takip ediyor olabilir ...

ajk hayatımı sormayın karım uzaktan takip ediyor olabilir ...

Answer here

azcıkkkk da siz sorun yaaaaaaa

azcıkkkk da siz sorun yaaaaaaa

Answer here

sevgi mi tapılacak jeydir sevgili mi ?

sevgi mi tapılacak jeydir sevgili mi ?

Answer here

yajama sığdırmak isteyip de sığdıramadığınız jey ne ?

yajama sığdırmak isteyip de sığdıramadığınız jey ne ?

Answer here

elif mi zeynep mi? hangisinin türküsü KOYUYOR.....

elif mi zeynep mi? hangisinin türküsü KOYUYOR.....

Answer here

kaderiini yazanlardan mısın yoksa kaderdir diyenlerden misin ?

kaderiini yazanlardan mısın yoksa kaderdir diyenlerden misin ?

Answer here

15 Eylül 2010 Çarşamba

bennim blogum bakın (İZLE YAPIN YETER OKUMASANIZDA OLUR) :) robink78.blogspot.com

bennim blogum bakın (İZLE YAPIN YETER OKUMASANIZDA OLUR) :) robink78.blogspot.com

Answer here

ŞULE BAŞ' TAN YENİ TÜRKÇE

YENİ TÜRKÇE

Son zamanlarda çağımızın yaygın hastalığı dili düzgün kullanmamaktır. Ne Türkçe’yi ne de diğer dilleri. Çoğu insan vedalaşırken artık alıştığı “Bye bye” sözcüğünün yazılışını bile bilmiyor; ama kullanmaktan çekinmiyor. Hem kendi dilini bozuyor hem de diğer dili. İkisini birleştirip kendilerince de kısaltmalar kullanıp kendi hiyerogliflerini oluşturmaya çalışıyorlar. Farkında değiller Türkçe bu hale gelene kadar ne zorluklar çekti. Şimdi tekrar mağara devrine benzetip üç-beş kelime ile yetinmeye başlıyorlar…

Tanzimat Dönemi, hatta İslamiyet Öncesi Yazılı Dönem… 13. yüzyılda dil o kadar mükemmeldi ki; imgeler, söz sanatları… Şimdi çoğumuz sanatsız bir dili bile anlamıyor. Biraz sanatlı ve edebi konuşanlar “entel” –ki bu kötü bir şeymiş gibi- diye yaftalanıyor. İngilizce, Almanca, Fransızca ve daha bir sürü dili mükemmel konuşmak adına ödün veriyoruz kendi dilimizden, kültürümüzden, medeniyetimizden. Tanzimatta olduğu gibi Türkçe deryasının arasına Fransızca, Almanca, İngilizce damlalar yerleştirmeyi modernlik olarak nitelendiriyoruz. Atladığımız nokta Bernard Shaw’ın her zaman dikkat çekmek istediği nokta aslında: “ Kendi anadilini tam olarak bilmeyen, başka dil de öğrenemez.”

Fuzuli’den, Yunus Emre’den bir gazel gördü mü çoğumuz: “ Ay bu ne?”, “ Bu Türkçe mi?”, “ Bunu ezberlemiycez demi?” sorularını yöneltiyoruz hocalarımıza; ama İngilizce bir şarkıyı ezberlemek için günde on defa dinlemekten çekinmiyoruz-tabii anlamını ne kadar bildiğimiz ve hissettiğimiz şüpheli-. Hacı Faik Bey bir gazelinde: “ Devr-i lalinde baş eğmem bade-i gülfame ben.” diyor. Fakat biz bunun altındaki derin anlamları anlayamıyoruz. Günümüz Türkçesi ile olanını bile kavrayamıyoruz. Fazıl Hüsnü, Yunus Emre için: “Türkçe’nin süt dişleri.” diyor. Peki hangimiz takma dişlerimize çarparak konuşan, ses çıkartan dilimizin biraz da kendi süt dilerimize çarpmasını istiyoruz? Hangimiz Türkçe’nin devlerinin bir beytini biliyoruz. Sözcüklerin eski olduğundan, anlaşılmaz olduğundan yakınır çoğumuz. Hangimiz bilmediği bir sözcük için sözlüğe bakıyor ki anlamaya çalışsın? Yeni sözcüklerle eski sözcükleri dil meydanında modernlik kılıçları ile savaşmaktan bir kurtarabilsek, kurtarmak istesek hiç kan akmayacak. Kendi özbeöz Türkçe sözcüklerimiz huzurevinde – ne kadar huzurlu oldukları tartışılır- bir köşeye çekilip ölümü beklemeyecekler güler yüzlerinin arkasına sıkıştırdıkları paslanmış, bükülmüş teneke kalpleriyle… Belki yeni ozanların sazında bir tel, belki yeni yazarların kaleminde bir damla mürekkep, belki de birinin yüreğinde şimşek olacaklar… İzin verilse tabii… Fazıl Hüsnü Dağlarca bir dörtlüğünde eski sözcükler hakkında şöyle diyor:

“Sorarlar birbirlerine Türkçe’nin eski sözcükleri

Eskiden yazılmış yapıtlarda gün ağarana dek

Niçin kapatıldık kaldık diye

Neden yollar boyu dolaşamıyoruz diye.”

Yeni sözcüklere bir oda açılır tabii ki. Nurullah Ataç gibi “günce”yi dilimize sokan denemecilerimiz olmalı; ama başka sözcükleri öldürmek uğruna değil. Başka ülkelerin modernliklerini kendimize kılıf uydurarak bizim sözcüklerimizden çalmamalıyız. “Bir ülkeyi çökertmenin en kolay yolu, dilini çökertmektir.” diyor Mustafa Kemal Atatürk. Sömürge devletlerin sömürgeleriymişçesine benimsiyoruz dillerini. Kendi dilimizi yok etmek pahasına sahipleniyoruz; ki bunu bile hileli bir terazi ile yapıyoruz. Arapça kökenli bir sözcük duyduğumuzda : “Benim dilim değil; anlayamamam normal.” diyoruz; İngilizce bir sözcüğün anlamını bilmeyen bir arkadaşımızı yakaladığımızda “cahil” diye nitelendiriyoruz. Konak’taki, Alsancak’taki, Kordon’daki yabancı isimleri benimseyip kullanıyoruz; (De Facto, Viktoria…) ama Kırsalda tabelanın Türkçe kısmının altında yazan başka bir dili internette gördüğümüzde kıyametleri koparıyoruz:” Burası benim ülkem. Benim dilimi konuşacaklar.” diyoruz. Otobüste, dolmuşta yanımıza ya da arkamıza bir turist bindiğinde heyecanlanıyoruz ve onunla onun dilinde konuşmaya çalışıyoruz karşımızdakinin çat pat da olsa Türkçe bilmesine rağmen. Adaletli davranmayan bir toplumuz biz. Devrimci bir anlayışla dili değiştirmek kolay değildir. Yerini bulmayan sözcükler ölü sayılır. Dil, kullanıldıkça işlerlik kazanır.

Başkalarının ağaçlarının yapraklarını yeşertelim derken, kendi ağacımızın dibini kurutmayalım. Elma ve armudun aynı ağaçtan çıkmadıklarını ve asla çıkmayacaklarını unutmayalım. Başkalarından armut almak niyetiyle kendi elmalarımızı kurtlandırmayalım. Armut, elmadan üstün değildir ve hiçbir zaman olmayacaktır.

zamana hükmetmek için ne yapmak gerek ?

zamana hükmetmek için ne yapmak gerek ?

Answer here

13 Eylül 2010 Pazartesi

diclehanbaban: Yeryüzüne Erken İnen Bir Melek

diclehanbaban: Yeryüzüne Erken İnen Bir Melek: "Hiç sevişirken ölen iki sincabın hikayesini okumuş muydunuz? Sanmam çünkü öyle bir hikaye yok, sadece sevişen iki sincabı görerek bunu anlam..."

diclehanbaban: Sen Erkesin Lan, Yarasa Değil!

diclehanbaban: Sen Erkesin Lan, Yarasa Değil!: "Muhtemelen balina ve yarasa gibi canlıların memeli olduğunu maarif sistemine dahil olan her canlı öğrenmiştir. Peki öğrendik ama faydasını g..."

diclehanbaban: Tüzel Kişilik ve İşe Yaramaz Perdesi

diclehanbaban: Tüzel Kişilik ve İşe Yaramaz Perdesi: "Medeni Hukuk dersi Volum 2'de yer alan ve hukuk hayatı boyunca bir sikime yaramayan dernekler ve sair tüzel kişiler kısmında 'Tüzel Kişilik ..."

diclehanbaban: Yüksek İrtifa Masalları Vol 1

diclehanbaban: Yüksek İrtifa Masalları Vol 1: "Bazıları sıcak sever bazıları da salak.Karşımızdaki insan biraz hoşumuza gittiyse onun en karşı konulmaz zayıf halini düşünerek bundan haz a..."

diclehanbaban: Kısır İnek ve Besili İnek

diclehanbaban: Kısır İnek ve Besili İnek: "'Gayri Safi Milli Hasıla ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla acaba bu sene ne kadar olacak?' derken sayfama gelen bir mentionla irkildim. Halbuki ö..."

28 Ağustos 2010 Cumartesi

diclehanbaban: Tüzel Kişilik ve İşe Yaramaz Perdesi

diclehanbaban: Tüzel Kişilik ve İşe Yaramaz Perdesi: "Medeni Hukuk dersi Volum 2'de yer alan ve hukuk hayatı boyunca bir sikime yaramayan dernekler ve sair tüzel kişiler kısmında 'Tüzel Kişilik ..."

20 Ağustos 2010 Cuma

bu EVET HAYIR yarıjı BİZİ DÜJMAN etmesin

doğrumu yazdım raferandum mu bu , bu daha cok kavga gibi insanlar jajırmıjlar ne diyeceklerini ne demelerini de bilmiyorlar herkes bir jeyler zırlıyor #evet cileri de #hayırcıları da dinleyin ama dıkkat etmeniz gereken bir jey var kaygılar beklentiler ne tarafta diye
bir taraf #evet söylemler genellikle geleceğe yönelik ve gecmij hataları ortaya koyuyorlar
bir taraf #hayır geleceği göremedikleri icin geçmiji korumaya çalıjıyorlar darbe anayasasını korumayı yegliyorlar bu acınası ve üzücü bir durum bir de tek kaygıları tayyip yuce divan dan yırtacak madem yırtacak verin jarapcıya 5000 lir a vursun bajbakanlıgı bitip emekli olunca nasılsa yüce divan dediiğiniz jeyde o gün devreye girecek bajbakanlıgı döneminde en az 8 defa suikast girijimi yapılan bir bajbakan Tayyip ve bu ülkeye kaosa ve tereddütler dogurmasın kimse ye duyrulmadı hep gizlendi ben demiyorum süpermenn ama diger bajbakanlarla kıyaslayınca en cok calıjan oldu gezdiği ulkelerden tutun illere kadar .... Topluma yaklajımı sorunlarına yaklajımı tümün yararına olabilecek kararlar aldı bu yuzden kimse memnun olmadı neyse konumuz evet mi hayırmı ona dönelim Evet veya Hayır diyin bir jey diyin ama bu tarafların birbirine düjman etmesin 12 eylül e kadar öyle sözler söylüyorlarki bir daha görüjmiyecekmijiz gibi Siyasetçiler kameralar kapanınca birbirini ÖPER bizler de tartıjalım ama düjman olmadan evet hayır için düjman olacak sak ben anayasanın anayasasına ozaman yajasın ANARJİZM ne dediğimizin bir önemi yok önemli olan hallkın %51 12 eylülde ne diyeceği o yüzden düjünceleriniz herjeyin iyii olması ve bu anayasa gelecek nesiller e uygun olması ha gerekirse 5 sene sonra gene degijsin cünkü konjektör devamlı değijiyor insanlar gereksinimleri her jey degijiyor anayasa niye değijmesin toplumun ihtiyacllarına cevap veremeyen anayasada değijsin kurumlarda herjey degijsin cünkü bizler degijiyoruz .... 80 de ki bizle jimdiki bizi alıp giydigimiz elbiseden taradıgımız saca kadar düjündügümüz düjünceler vs bu güne kadar bir çok defa degijti....

18 Ağustos 2010 Çarşamba

tespitleri tesbih gibi dizdim

Hayatta en iyi yaptıgım jey cocuk yapmak onuda artık ejim istemiyor...

Bazen düjündüklerini yazmak , düjman kazandırır...

Hayatımızda ki en az 3 kejke yi yapabilseydik(düzeltmek) neler olurdu ?

Bu bardaktaki su ya cok temiz yada boj...

En ii kadın için zengin erkek makbuldur, En ii erkek için Aptal kadın...

Benim cocuklar Dr.+İlaç manyagı ama iğneden en az benim kadar korkuyorlar

Çocuk zoruyla çocuk dr. götürüldüm Ateji varmıj (AMA İĞNE YASAK TAMAMMI)

Sigara içenlere ii davranın Biz zaten ölümü sectik sadece biraz yavaj...

mutluluk


MUTLULUK BUDUR ABİDİN DİNO BOK YEMİJ



ya bunlara ne diyecen

cocuklarım , oğullarım canlarım
robin 15.08.2006
deniz 09.08.2007
ada 09.08.2007

aile demijken

Birgül le evleneli kaç sene oldu hatırlamıyorum ama bu zamana kadar niye evlenmemijim dediğim oluyor bazen hele cocuklarımızın ondan aldıgı sağ sol busecikleri mükemmel


bir karım var deli :=) en az benim kadar ve ajırı kıskanç bu jijkoyu kim ne yapacaksa Allah'ım dedirtiyor...


gene evlenirmisin diye soranlara yok evlenmem evliyim diyorum :)))

Robinim denizimin adamın anası BirGül benim Virgül'üm çok jeye çabuk kızıyor gecen Telefonumu Yere Çaktı ama ben bu parayı ondan çıkarmasını bilirim :)))

cunta demokrasisi ve unutmuşluk demişken


anayasamız askeri cunta nın hazırlamış oldugunu çok çabuk unuttuk nedeni bu işe akparti
el attığı için mi acaba...

72 milyon nüfuslu ülkemizde asker sayısı 600 bin lerde ama buna rağmen sivil olmayan bir
anayasamız var mevcut düzenleme ile 26 madde değişiyor ve hazırlanan taslak yeni anayasanın
daha demokratik daha doğrusu demokratik standartlara daha yakın hale getiriliyor ama malesef
kamu oyununu meşgul eden çarptırılmaya çalışan bu işe fiilen katılmayı zamanın da ret eden
muhalefet partileri bu gün cuntanın hazırladığı anayasayı koruma peşinde bu tavır demokrasi
akpartiden gelcekse kalsın mantığı sizlere oy verenlerden utanın 80 döneminde syn deniz baykal
ya yaşamadı yada tatilde idi tahminimce refarandum da yüzde 80 le kabul görür ama
işin tuhafı bu refaranduma sürükleyen ana muhalefet şundan utansın tüm halka sorulacak soru
demokrasi istiyormusunuz istemiyormusunuz anladığım veya algıladığım kadarı ile syn baykal
cevir kazı yanmasın mentalitesi ile bu refandumun şekline kızmaya başladı bu seferde sorgusu
şöyle 26 soruya bir tek cevap verilebilinirmi sayın baykal nasıl size oy verenlere ancak beş
senede bir hatalarını telafi etme şansı veriliyor ve pişmanlık yasası uygulanamıyorsa bu halkın
en azından başka raferandumları veya çıkacak cevapa göre yeni arayışlar içine girilecek bir nebze
şansları var...

akp hükümeti yereldeki anlayışını(HİZMET) sürdüyor ama konu başlıkları bazen okadar hızlı işleniyor ki
bu başarıları hazmetmekte millet olarak beceremediğimizde oluyor ama takip ettiğimiz anabaşlıklardan
birtanesi demokratik açılım diğeri de dış politikada komşu ilişkilerindeki statümüz kıssadan hisse
türkiyeden vize istemeyen 55 ülke var ki aralarında japonya hongkong da buna dahil..

neden kıssadan hisse şöyle söyliyeyim bir icra makamı vardır hem hükümet hem yerel iktidar çare olmak
için bu işe talip di nitekim de iyi gidiyor tabi global krizden ötürü bazı sıkıntılar çekiyoruz
ama asıl sıkıntı biz üstümüze düşeni yapıyormuyuz halen vergi kaçırmak için kafasını kaşıyan ondan
bundan akıl isteyenler stopaj düşük olsun diye kirayı düşük göstermeler bunlar oldukça devlet işleyişi
bunları yapanlar için tabiki sert tetbirler alınıyor ama unutmayın sorumluluğunu yerine getiren her
vatandaş devletde sorumluluğu için elinden geleni yapıyor taa 2002 den beri iktidar yaşanan bir çok
şey oldu yaşanan en güzel şey ülkeye güven geldi 2001 de kriz geçirenler hatırlasınlar rahmetli ecevit
elini sallasın bir pencereden de dolar düşsün dolar kalksın diyorduk 2002de dolar 1.41 di bugün doların
seyri 1.50 lerde hiç kimse sabah kaçlira olacak korkusuyla yaşamıyor bizler çok çabuk unutuyoruz ve 80lerden
bu yana bu ülke de kolaypara kazanma kolayı seç geçiçi çözümlere yönlendirilmiş ve bolluk ve bereketi yaptığı
stoğa zam geldikçe kazanmayı öğrenmiş ve çalışma ihtiyacı duymamış ticaretin altın kuralları dünya standartlarına
gelince şaşıran esnaf sanayici vs.. zora düştü ama olması gereken buydu bir dünyaya kapınızı açmanız için önce
onlar gibi olmayı becerebilmek var dünya standartında ticari şekli öğrenmeli ve o şekil hareket etmeli topçu popçu
olsun diye dua edenler var çocuklarının geleceğine o şekil dua edeceğinize günümüz çocuklarına önlerine hazır
yemek koymayın kolaya alıştırmayın çünkü sonra yarışa başlamak için tekrardan mücadele etmeniz gerekir
geleceğimiz için gençlerimize vermemiz gereken mücadele ruhundan başka bir şey değil...

saygılarımla
murat serdar karaman

16 Haziran 2010 Çarşamba

Şule Baş'dan BÜYÜME Mİ(!)

BÜYÜME Mİ(!)
Büyüme bütün insanlar için iyi veya kötü bir şeyler ifade eder. Çocukken can atarız büyümeye. Yaşımız sorulduğunda hiç tereddüt etmeden iki-üç yaş büyüterek söyleriz. Yaşlılık döneminde ise taraf değiştirir ve öncekileri hiç yapmamışçasına iki-üç hatta artık yaşımızla birlikte hayat şirketinde terfi etmiş olmanın verdiği üst yetkiler ve hesap vermeme ile beş yaş küçük söyleriz.
Kendimizi büyültmek veya küçültmek anlamsızlığının denizinde kulaç atmaya başlarız gelişi güzel. Mesela on yıl sonrasını istemek… Neden on yıl sonrasını isteriz ki? Şu anda bulunduğumuz yaşın olumsuzluklarının gerekçesi olarak mı, büyümenin; büyüklüğün avantajlarından yararlanmayı istemek mi, yoksa büyüyüp bir an önce terfi etmek bahanesiyle hayat karşısında çok söz söyleme, daha fazla cümle kurabilme mi? Şu andaki yaşantımızdan bıkmak mı? Herkes iyi veya kötü, az veya çok bir şeylerden şikayetçi, sürekli istekler, cevaplanmayan; cevaplanamayan, sorular, çoğunlukla gerekçe gösterilen yaş sebebiyle bastırılan duygular, savunma ve avukat hakkından bile haberi olmadan susma hakkının en gerçek ve tek gerçek hak olduğuna inandırılarak hapse atılanlar… Küçükken merak ettiğimiz bir şeyi ailemize sorunca eğer uygun değilse cevap olarak hemen “Büyüyünce anlatırım.”larla karşılaşırız. Buluğ çağına gelince biraz daha keskinleşir ve kesinleşir cevaplar: “ Biraz daha büyü, adam ol öyle gel.”. orta yaştayken ise hep yaşlılardan alışık olduğumuz ve alışık olmaya zorlandığımız olgunluk ile karşılaşırız aniden. İlk başta anlam veremeyiz olgunluk kelimesinin altındaki anlamlara. Bütün trafik kurallarına uymamıza rağmen radara yakalanmışçasına afallarız.- Evet, çoğu zaman hayat karşısında afallıyoruz zaten.- Sonra sonra alışırız “olgunluk” sözcüğüne ve kıskanmaya başlarız hatta. “Biz de o kadar olgun, soğukkanlı olabilsek!” düşüncelerini geçiririz aklımızın en sakin caddesinden hem de kırmızı ışıkta. Hayatımızın her aşamasında büyümenin bir anlamı var ve kendince de bir artısı.
Büyüme ya gerçekten tahmin ettiğimiz kadar güzel bir olgu değilse? Büyükler diye hitap ettiklerimiz hayat çemberinin arasına sıkışmış veya büyük çoğunlukla sıkıştırılmış, hayatı hulolop gibi çevirip idare edeceğini zannetmiş ve birçok hata –genelde başkaları tarafından teselli armağanıymışçasına ısrarlanan ve ısmarlanan tecrübe- sonucunda pes etmiş, çarkın içerisine kendini kaptırmış, ayağını frenden hiç çekmeden sona doğru sonsuzluk için ilerleyebileceği bir yoldadırlar. İş-güç ikilemi arasında kendilerini kaybetmekten zevk alan; bazıları için mazoşizm hatta mazosadizm seviyesine ulaşmış, bazıları için övünülecek bir yargı olarak nitelendiren canlılardır büyükler. Hiçbir estetik ameliyatın ve en güçlü plastik cerrahın dahi kapatamayacağı çizgileri kalbinden yüzüne çıkartmış insanlardır büyükler. Her çizginin altı kitaplardır. Her çizgi o kadar çok paragraf barındırır ki… “Her insan okunması gereken bir kitaptır özünde.” sözcüğünün anlamını çizgilerin alındaki kütüphanelerde araştırma yaparken bulursunuz. Beyazlamış her saç teli kara kışların ve fırtınaların sayesinde kendini hiç erimeyen ve hiç erimeyecek olan kar askerlerine teslim etmişliğin simgesidir aslında. Hayat karşısında yenilmişlikten ve darağacına sürülmüşlükten sonra ölümden kurtulmak için tek çare olan sömürgeliğin teslimiyetinin sembolüdür.
“Büyüme” altı harften oluşan bir sözcük olmasına rağmen işte bu kadar ağırdır. Hani gözlük kullanmayı çalışkan gibi görünmek için isteriz ya küçükken, onun gibi. Gözlerimizin bozulduğunun ve bunun bize zarar verdiğinin farkına varmadan veya varamadan çalışkanlığımızın belirtisi olduğunun havasını atmakla meşgul oluruz. Sonra ne mi olur? Gözlük kullanmaktan bıkarız! İşte bu kadar… Bıkarız…
Büyümek her zaman iyi değildir. Büyük ihtimalle bizim tahmin ettiğimiz gibi akıntıların arasında sefa içinde deniz keyfi yapmak yerine dalgaların arasında, ters yöne bile yüzerken boğulmamak için kulaç atmaktır. Karar verin: Büyümek hayat karşısında daha fazla söz söylemek mi yoksa çocukluğun hayal dünyasına arasında oyun oynarken, masallarla kandırılmayı en büyük zevk zannederken masallara ve oyunlara inanmamaya başlamak mı? Hala mı on yıl sonrası?(!)

28 Mayıs 2010 Cuma

BANU KIRAN (SENTİNUS DUYGU TANRIÇASI)


  • Gürültü ve patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

  • Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

  • Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun,

  • Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.

  • İçten ol; telaşsız,kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver.

  • Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü,dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

  • Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.

  • İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

  • Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki,

  • başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

  • Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

  • Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

  • Unutma; insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsalda tek bir kum taneciğinden fazla değildir.

  • Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.

  • O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

  • Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.

  • İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.

  • Bazı idealler o kadar değerlidirler ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

  • Bu dünyada bırakacağın en değerli miras dürüstlüktür.

  • Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

  • Yapamayacağın şeylerin yapacaklarını engellemesine izin verme.

  • Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla.

  • Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

  • Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.

  • Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içine ol.

  • Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.

  • Öyle bir ömür geçir ki,herkes ağlasın öldüğünde,sen mutlulukla gülümse.

  • Sabırlı, sevecen,erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin.

  • Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,

  • Dünya insanoğlunun biricik güzel mekanıdır....

  • İ.Ö 9 YY SENTİNUS ...(SENTİNUS DUYGU TANRIÇASI)

BANU KIRAN: " SEYDUNA VE ŞAHRUD " ...


Seyduna ve şahrud iki sevdalı ırmaktır elbruz eteklerinde ...


Şahrud'un "hayat veren ırmak" anlamına geldiği, ünlü Alamut kalesini çevreleyen "cennetin içinden geçen ırmak" da denen nehrin ismi olduğu söylenmektedir ...

Kavuşamayan iki sevdanın, öyküsüdür Seyduna ve Şahrud’un öyküsü...
Fakat öyle bir sevdadır ki Ufuk çizgisinde buluşmayı bekleyen nice sevdaları temsil etmektedir belki de....

Rivayete göre onlar birbirine kavuşamayan iki sonsuzluktur.

SEYDUNA GÖKYÜZÜ , ŞAHRUD ise YERYÜZÜ ,DENİZ' dir...

Hep birbirlerini görürler ama kavuşamazlar...
Birbirlerine kavuşma aşkı ile yanarlar...
O sevda öyle bir sevdadır ki ikisi de sonunda birbirlerine kavuşamayan birer nehir olurlar...
Farklı nehirlerdir ama artık BİR Olmuşlardır ...

Şahrud suyundan içen Seyduna’yı, Seyduna’dan içen Şahrud’u bulur...

BK ...08.04.2008


(Yitik öyküdür)

Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan
İki ayrı yürekte durmadan kanayan
Seyduna’yla Şahrud
Yüreklerin akarken bıraktığı izi
Birbirlerinin gözlerinde aradılar.
Yoktu.
İki iklim farkıydılar
Ne zaman göz göze değseler
Yangın çıkmayacak denli uzaktılar.
Yalnızca aynaların dökülen sırrına yansırdı
Üçüncü bir kente düşmüş suretleri

Şahrud gökyüzü geliniydi.
Yüzüne bulut inse dolardı masal gözleri.
Bir solukluk rüzgarda bile
Usul usul kanardı gelincik bedeni.

Seyduna yeryüzü cehennemi.
Ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı sevdasını
Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı,
Onu da güneş günde iki kez ateşe verirdi.

İki iklim ayrıldılar.
“Ya Şahrud!” dedi Seyduna
“Gözlerime mermi diye sevdanı sürdüm.
Ardına bakma, gözyaşımla vurulursun.
Su gibi git.”

Şahrud’un yüzüne keder mayın gibi durdu.
Ve zaman gözlerinin su yeşilinde kuruldu.
Hüzün bir Buda heykeli gibi çırılçıplak,
Yüzlerine oturdu.

Rivayet odur ki,
Şahrud vardığı denizlerde hala
Seyduna türküleriyle uyanmakta,
Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan
Masalla yaşlanmakta............

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"Üzülme..."
der Mevlana ve devam eder;
"Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,
Tek kanatla uçulmaz zaten.
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,
Kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük ol...mak dileyen taş, ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır.
Bir sırrı ne kadar içinde saklarsan o kadar derinleşir.
Aşka yanmalı, Can dediğin...
Ya canın olmalı; Ya da,canını almalı...
Yar diyemezsin ki herkese, İçindeki yaran olmalı...
Herkesin de bir yüreği vardır amma,
Yürek dediğin de, Bir Aşka yanmalı.."

Mevlana

13 Mayıs 2010 Perşembe

Halik Cibran'dan evlilige cevap :)))


Almitra sözü aldı ve sordu ?..Peki üstad, evlilik nedir..? Cevap söyle geldi ; Siz birliktelik için doğmuşsunuz, ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız..Tanrı' nın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız, ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın ; Bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dansedebilsin..Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin ; Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun..Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin, ekmeğinizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın, birlikte şarkı söyleyin, lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin, sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir..Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil !..Sadece hayatın eli o kalbi saklar..! Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir ; Ve unutmayın meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...*

Peyami Safa ' dan ÇARE...


Hayat böyledir, çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez !..Batar insan ve boğulur..! Marifet o anları geçirmektir, sonrası gittikçe kolaylaşır, kadere teslim olmak lazımdır o anlarda..Bu acizlik değildir, dikkat et sözüme ; Bu dünya' da ölümden başka hemen her şeyin çaresi vardır..

Tolstoy


Başımdan geçenleri şöyle ifade edebilirim !..Ne zamandı bilmiyorum ; Neresi olduğunu bilmediğim bir sahilde beni bir kayığa oturttular ve sonra kayığı karşı kıyıya yönelttiler..! Kürekleri elime verip beni yalnız bıraktılar..Küreklerle elimden geldiği kadar uğraştım ve ilerledim..Ancak ben açıldıkça beni o bilmediğim yere götüren akıntı da şiddetleniyordu !..Ulaşmam gereken hedeften farkında olmadan uzaklaşıyordum.. Etrafımda benim gibi akıntıya kapılan bir çok kürekçinin olduğunu gördüm..Bazıları durmadan kürek çekmeye devam ederken, bazıları küreklerini çoktan fırlatıp atmıştı..! Koca kayıklar, dev gibi gemiler insanlarla doluydu, bir kısmı akıntıya karşı çabalamaya devam ederken, bir kısmı kendini akıntıya bırakmıştı..Ben de bir yandan ilerleyip bir yandan da akıntının aşağılarında kalan yolcuların ardından bakarken, bana gösterilen yönü unuttum !..Tam da akıntının ortasında, aşağı doğru giden kayık ve gemilerin kalabalığında yönümü iyice kaybettim..! Her yanımdan tayfalarının neşeli zafer çığlıkları attığı yelkenliler, gemiler ve kürekli kayıklar geçiyor, akıntının aşağılarına doğru giderlerken bana ; Başka bir yön yok diye sesleniyorlardı !.. Ben de onlara inanıyordum ve onlarla birlikte ilerliyordum, böylece çok uzaklara yol aldım ; Öyle uzaklara gittim ki, ortasında yolumu şaşırdığım hızlı akıntıların gürültüsünden başka ses duyamaz oldum ve kayıkların orada nasıl parçalandığını gördüm..! Ve bütün bu gördüğüm, yaşadığım şeylerin dehşetinden olsa gerek, kendime geldim..Uzun süre, bana ne olduğunu anlayamadım..Önümde yalnızca koşar adım yaklaştığım ve korktuğum yok oluşu görüyor, hiçbir yerde kurtuluş göremiyordum..Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. ; O zaman geriye doğru baktım ve sayısız kayık gördüm.. İnatla, büyük bir savaş vererek akıntıyı geçiyorlardı o anda kıyıyı, kürekleri ve yönümü hatırladım ; Geriye döndüm ve akıntıya ters yönde, kıyıya doğru kürek çekmeğe başladım..
Kıyı Allah' tı, yön gelenek, kürekler ise bana verilen özgürlüktü..Ve bunlar bana kıyıya ulaşmaya çabalayayım ; Allah' la birleşeyim diye verilmişti...

neye sevinip neye üzüleceğini bilecen


* Arjantin' li ünlü golf ustası ; Roberto de vicenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı..Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı ?..Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı !..Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı, kadının anlattığı öykü de vicenzo' yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir çek defteri ve kalem çıkarttı, turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı..Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona ; Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın dedi..Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneği' nin bir görevlisi yanına geldi ; Otoparktaki görevli çocuklar bana geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler dedi..Roberto de vicenzo başını salladı, evet dedi ?..Görevli ; Size bir haberim var..! O kadın bir sahtekardır, üstelik hasta bir çocuğu da yok !..Sizi fena halde kandırmış efendim dedi alaycı bir tavırla..! Roberto de Vicenzo ; Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu..? dedi mutlu bir edayla..Hayır, yok dedi görevli..İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber dedi ; Roberto de vicenzo...*
' Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan biri ; Sokaktaki çamuru !..Diğeri ise ; Gökteki yıldızları görür...'

Anket mi..? O da ne...?

Dünya çapında bir anket yapılmış, geniş çaplı yapılan bu ankette sadece bir soru sorulmuş ?..Lütfen dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine bir çözüm ile ilgili kişisel görüşünüzü dürüstçe belirtiniz..? Anket büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış !..Çünkü ;
Afrika' da insanlar ' Yiyecek ' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
Batı Avrupa' da insanlar ' Eksiklik 'kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
Doğu Avrupa' daki insanlar ' Kişisel görüş 'ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
Orta Doğu' da insanlar ' Çözüm 'ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
Güney Amerika' daki insanlar ' Lütfen ' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
İsrail' deki insanlar ' Dürüstlük ' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar..
Ve Amerikada' ki insanlar ' Dünyanın geri kalan kısmının ne anlama geldiğini bilmiyorlar...! *

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Gülşah Zambur ' un Terked(il)en Notu


Terked(il)en

Cogu insan zaman zaman cekip gitmek ister uzaklara hemde hic sebeb yokken. Aslinda gitmek isteyisinin bir sebebi vardir, o sadece yok diye kendini kandirir. Birseye cani sykylmystyr veya birisine kizmisdir…

Ve ani bir kararla cekip gider birinin hayatindan. Arkasina bile bakmadan gider cunku biliyor ki, eger arkasina bakarsa, yoluna devam edemez.

Giderken arkasina bir baksa neler biraktigini gorecek…

Hangi bedeni oldurup ustune basip gittigini gorecek…

Ama nerde onda o yurek? O sadece sevdigini sanmasini bilir, baskada bildigi hic bir sey yoktur!

O yuzden ondan fazla birsey beklenmez. Ama terkedilenlerden cok sey beklenir. Mesela terkedildiginiz an sanki uzerinizden tir gecmemis gibi hayata bagli kalmanizi, hic birsey olmamis gibi gulumsemenizi, onsuz hayatiniza alismanizi, arkadaslarinizla cay kahve icmenizi, alkol kullanmamanizi, daima spor yapmanizi, sagliginiza dikkat etmenizi, konserden konsere kosmanizi, kalktiginiz sabahin aksaminda uyumanizi ve hic birseye aldiris etmeden yasamanizi dilerler. Hatta ve hatta hemen yeni bir asik bulmanizi bile temenni ederler. Kalbinizin bir cam kirigi gibi paramparca yerlerde isildarken sizin ne halde oldugunuzu bilmek dahi istemezler… Umurlarinda degildir…

Oysa o gittikten sonra sizinde hayatiniz son bulmustur. Artik hicbirsey eskisi gibi tad vermiyordur. Ne Sezen ablanin parcalari sizi anlatir ne de Umit Yasar Oguzcan’in siirleri sizin icin ezberlenerek okunur. O giderken sizde onunla birlikte gitmissinizdir. Ve giderken butun cumlelerinizi ona vermissinizdir ayrilirken sozleri sizin yerinize soylesin diye…

O yuzden evde ki iki kisilik yatagin huznu, elbiselerini astigi askinin yalnizligi, komidinin uzerine unuttugu kol dugmelerinin caresizligi, yuzunu kuruladigi havlunun gozyasisi, kullandigi favori parfumunun boynu bukuk kalisi ve her gece uyumadan once kitap okudugu kosenin cigligi goze batmiyordur. Goze batan tek sey ise kapinin girisinde ki avizeye asilmis bir ip ve sallanan yarim kalmis bir «biz»…


Gülşah Zambur

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Değişim


bazen değişim iyidir ne nasıl oldugundan ziyade değişmemiz gerekiyorsa değişmeliyiz bu değişim artık suyu ellemi içmek mi olur bardaklamı bilemem bakış açınız hemen bunu tercihtir bu derse hadi lan derim ne değiştireceğinizi bilmediğimiz çıkar ortaya toplum un bireyleri olarak kendine fayda olacak her şeye adım atmak gerekir bunun başlangıcı siz olmasanızda sizin yanınızdakilere faydalı olacaktır...

Siirt Oalylarını Tabiki Kınıyoruz


ama demiyorlarmı aması yok lan bunun bu millete format atmak gerekiyor zamanı geldi de geçti iiyice sapıttılar :((((
en çok çıldırdığım vahim olaylara vahim cevaplar
yapanda çocuk :(
ulan çocuk lar büyüklerinden ne görürse onu yapıyor ...
oyun mu ne dedi b.başkanı ordaki esnafda senle bir oyun oynasın galibini merak etmiyoruz ....

slm

deneme

HTC'dan gönderildi